19 Şubat 2014 Çarşamba

Sadece Aşıklar Hayatta Kalırmış


İçerideki müzik insanı sarhoş edecek türden sert ve yüksekti. Etrafıma bakarken mekânın salaşlığı ve karanlığına bütünüyle tezatlık oluşturan, kendi köşesinde bağımsızlığını ilan etmiş kırmızı deri koltuk dikkatimi çekti. Gidip kendimi bir hışımla koltuğun üstüne atınca diğer ucundaki başı önde oturan adam ani bir hareketle kafasını kaldırdı. Onu tanıyordum.
        
            ‘’Yine karşılaştık.’’ diyerek sessizliği bozdum.
  
              ‘’Seni buraya ben mi getirdim?’’

              ‘’Hayır, koltuk.’’

             ‘’ Kırmızıyı seversin.’’
               
            ‘’ Seni buraya ne getirdi peki?’’

            ‘’ Bilmem buraya sık gelirim.’’

              ‘’ İstanbul’u soruyorum. Seni Ankara dışında göreceğimi düşünmezdim.’’

             ‘’ O şehir beni çok ağırlaştırdı Derin. Havasından boğuldum. Hafiflemeye ihtiyacım
 var.’’ dedi. Bunu derken bile boğuluyor gibiydi.
       
         ''Pek işe yaramış görünmüyor’’ dedim biraz alaycı bir tonda.

Konuşmaya başladığımızdan beri pek dikkatli bakmamıştı bana. Sesimdeki alaycılık onu şaşırtmış olacak ki önce göğüslerimde gezdi bakışları ardından boynuma ve sonunda gözlerime sabitledi. Sigarasından derin bir nefes çekti, yanıma biraz daha yaklaşarak kışkırtan bir tonda:
           
               ‘’Haklısın.Bu şehrin de faydası olmadı bana.’’ diyerek iç geçirdi.

         ‘’Beni denemelisin, içim gerçekten çok hafiftir.’’ diye bir cümle döküldü ağzımdan.

Kendimi ona sunmuştum, o gürültüden duyamamıştı.Bunun üzerine dudaklarımı kulağına götürdüm,bedenlerimiz yapışıktı artık.Onu şiddetle istiyordum.

              ‘’Diyorum ki bacaklarımın arasında çok hafif bir dünya var ,Tuna.’’

Hissedebiliyordum, arzum tüm bedenini sarsmıştı. Dünyadaki en güzel yüzle yüzüm arasında hiç mesafe kalmamıştı artık.

    ‘’O zaman’’ dedi ‘’Şehir değiştirip durmam anlamsız, bacaklarının arasında yaşamalıyım.’’

        ’’Fazla heveslenme, ancak kiracım olursun.’’

               ‘’Merak etme zaten birkaç güne ölürüm.’’

               ‘’Ne zaman konuşsak ölümden bahsediyorsun?’’

               ‘’Seni ne zaman görsem ölmek istiyorum Derin.’’

O an ikimiz de gülmeye başladık. Birden topladı dudaklarını, ciddileşti, elini yüzümde gezdirerek yumuşak bir sesle :

             ‘’Beni sevmeyecek misin?’’ diye sordu.

              ‘’Seveceğim Tuna’’ diye cevap verdim.

Ona hayır demenin imkanı yoktu. Oyun mu oynuyorduk yoksa ciddi miydik bir önemi yoktu. İkimiz de sarhoştuk, güzeldik, tutkulu ve aşıktık.
           
      ‘’Hadi sinemaya gidelim’’ dedi heyecanla.
          
       ‘’Olur’’ dedim, ‘’Hangi film?’’
          
       ‘’ Only Lovers Left Alive.’’

Daha biraz önce sevişmeye karar vermiştik. Şimdiyse sinemaya gidecektik. Belki de yolun ortasında sinemaya gitmeyi bile unutacak, sebepsiz kavgaya tutuşacaktık. Ama Tuna böyleydi onla hiçbir şey düz bir çizgide ilerlemezdi.
         
Gitmek için ayağa kalktık. Bütün ağırlığını bana vermişti. Onu hafifleteceğimi vadetmiştim, yerine getirmeliydim. Ağır ağır yürüyorduk, hiçbir şeye acelemiz yoktu.
İnanılır gibi değildi ama onu gerçekten ben taşıyordum. Başını başımın üstüne koydu ve usulca sordu:
        
          ‘’Peki ya biz,hayatta kalabilecek miyiz Derin?’’

Cevap vermedim. Önce boynundan öptüm, sonra dudaklarımız birleşti, ben onu öptükçe ağırlığını kaybediyordu, en sonunda kasıklarımın arasında kuş tüyü kadar hafifledi. Yer çekimi, onla olan savaşını kaybetmişti ve Taksim’in arka sokaklarında biz kazanıyorduk.




                                                                             MadamFiocre


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder