İçerideki müzik insanı sarhoş edecek türden
sert ve yüksekti. Etrafıma bakarken mekânın salaşlığı ve karanlığına bütünüyle
tezatlık oluşturan, kendi köşesinde bağımsızlığını ilan etmiş kırmızı deri
koltuk dikkatimi çekti. Gidip kendimi bir hışımla koltuğun üstüne atınca diğer
ucundaki başı önde oturan adam ani bir hareketle kafasını kaldırdı. Onu
tanıyordum.
‘’Yine karşılaştık.’’ diyerek sessizliği bozdum.
‘’Seni buraya ben mi getirdim?’’
‘’Hayır, koltuk.’’
‘’ Kırmızıyı seversin.’’
‘’ Seni buraya ne getirdi peki?’’
‘’ Bilmem buraya sık gelirim.’’
‘’ İstanbul’u soruyorum.
Seni Ankara dışında göreceğimi düşünmezdim.’’
‘’ O şehir beni çok ağırlaştırdı Derin.
Havasından boğuldum. Hafiflemeye ihtiyacım
var.’’ dedi. Bunu derken bile boğuluyor
gibiydi.
''Pek işe yaramış görünmüyor’’ dedim biraz alaycı bir tonda.
Konuşmaya başladığımızdan beri pek dikkatli
bakmamıştı bana. Sesimdeki alaycılık onu şaşırtmış olacak ki önce göğüslerimde
gezdi bakışları ardından boynuma ve sonunda gözlerime sabitledi.
Sigarasından derin bir nefes çekti, yanıma biraz daha yaklaşarak kışkırtan bir
tonda:
‘’Haklısın.Bu şehrin de faydası olmadı bana.’’
diyerek iç geçirdi.
‘’Beni denemelisin, içim gerçekten çok hafiftir.’’ diye bir cümle döküldü
ağzımdan.
Kendimi ona sunmuştum, o gürültüden
duyamamıştı.Bunun üzerine dudaklarımı kulağına götürdüm,bedenlerimiz yapışıktı
artık.Onu şiddetle istiyordum.
‘’Diyorum ki bacaklarımın arasında çok hafif bir dünya var ,Tuna.’’
Hissedebiliyordum, arzum tüm bedenini
sarsmıştı. Dünyadaki en güzel yüzle yüzüm arasında hiç mesafe kalmamıştı artık.
‘’O zaman’’ dedi ‘’Şehir
değiştirip durmam anlamsız, bacaklarının arasında yaşamalıyım.’’
’’Fazla heveslenme, ancak kiracım olursun.’’
‘’Merak etme zaten birkaç güne ölürüm.’’
‘’Ne zaman konuşsak ölümden bahsediyorsun?’’
‘’Seni ne zaman görsem
ölmek istiyorum Derin.’’
O an ikimiz de gülmeye başladık. Birden
topladı dudaklarını, ciddileşti, elini yüzümde gezdirerek yumuşak bir sesle :
‘’Beni sevmeyecek misin?’’ diye sordu.
‘’Seveceğim Tuna’’ diye
cevap verdim.
Ona hayır demenin imkanı yoktu. Oyun mu
oynuyorduk yoksa ciddi miydik bir önemi yoktu. İkimiz de sarhoştuk, güzeldik,
tutkulu ve aşıktık.
‘’Hadi sinemaya
gidelim’’ dedi heyecanla.
‘’Olur’’ dedim,
‘’Hangi film?’’
‘’ Only Lovers Left Alive.’’
Daha biraz önce sevişmeye karar vermiştik. Şimdiyse sinemaya gidecektik. Belki de yolun
ortasında sinemaya gitmeyi bile unutacak, sebepsiz kavgaya tutuşacaktık. Ama
Tuna böyleydi onla hiçbir şey düz bir çizgide ilerlemezdi.
Gitmek için ayağa kalktık. Bütün ağırlığını
bana vermişti. Onu hafifleteceğimi vadetmiştim, yerine getirmeliydim. Ağır ağır
yürüyorduk, hiçbir şeye acelemiz yoktu.
İnanılır gibi değildi ama onu gerçekten ben
taşıyordum. Başını başımın üstüne koydu ve usulca sordu:
‘’Peki ya biz,hayatta kalabilecek miyiz Derin?’’
Cevap vermedim. Önce boynundan öptüm, sonra
dudaklarımız birleşti, ben onu öptükçe ağırlığını kaybediyordu, en sonunda
kasıklarımın arasında kuş tüyü kadar hafifledi. Yer çekimi, onla olan
savaşını kaybetmişti ve Taksim’in arka sokaklarında biz kazanıyorduk.
MadamFiocre
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder